Hayatta istediğimiz şeylerin karşılığında bir şeyler vermemiz veya bir şeylerden vazgeçmemiz gerektiğini, hayatımıza para kavramı girmeden çok önce, daha küçük bir çocukken çikolata yiyebilmek için yemeğimizi bitirmemiz gerektiği bize öğretildiği zamanlarda fark ettik. Oysa çikolata tok karnına aynı tadı vermiyordu!
Hepimiz kendi yaşadığımız şartlar dahilinde hep bir şeyler istedik ve hepsi için bir şeylerden ya vazgeçmemiz gerekti ya da vazgeçemediğimiz için istediklerimizi elde edemedik. Oyun oynamak için ödevimizin bitmesi, daha çok istediğimiz bir şeyi alabilmek için ise daha az istediğimiz (ama istediğimiz) şeyleri almamamız gerekiyordu. Çocukken bunu anlamak zor olsa da başa çıkması daha kolaydı çünkü hiç değilse umut vardı! Nasıl olsa çocukluk geçecek ve bir gün büyüyecektik. Kendi kararlarımızı kendimiz verebilecek, bir şey istiyorsak alabilecektik.
Ancak büyüdükçe işler daha da karmaşıklaşmaya başladı. İstediğimiz şeylerin sayısı ne kadar artıyorsa karşılığında vazgeçmemiz gereken şeylerin veya ödememiz gereken bedellerin sayısı daha da artıyordu. Mahallede arkadaşlarımızın yanına gidip oynayabilmek için sadece ödevlerimizi bitirmemiz gereken basit karşılıklar zamanla, “O”nu etkileyebilmek için güzel görünmek, güzel görünmek için, iyi giyinmek, iyi giyinmek için kilo almamak ve kilo almamak için aç kalmak gibi hem daha uzun vadeli hem de daha karmaşık bir hale dönüşüyordu.
Babamızın verdiği harçlıklar, para ile ilk tanışmamızdı. Bazılarımız için o kadar sınırlıydı ki; tost yemek için Tadelle’den, Tadelle yemek için tosttan vazgeçmemiz gerekiyordu. Yalnız bu “para” denilen şeyde garip bir durum vardı! Çünkü okulda para kazanılmıyor, herkes evden getirdiğini harcıyor olmasına rağmen, bazıları ne tost ne Tadelle alabilirken bazıları tostun üstüne Tadelle’yi de mideye indiriyordu. Yani özetle aynı şey için herkes farklı bedel ödüyor veya birinden vazgeçmek zorunda kalmıyordu. Tahmin ediyorum “Şans” kelimesinin sözlük anlamına ilk o zamanlar bakmış olabiliriz!
Yaşadıkça görüyorsun; senden çok daha düşük puanla üniversiteye giren adamın senden daha iyi bir işe girebildiğini. Senin bir yıl beklemek zorunda kaldığın senelik izninde 9 taksitle almış olduğun 5 günlük tatili, bütün bir yaz boyunca oradan oraya gezerek yapan akranlarını. Aslında büyüdükçe fark ediyorsun, Ağustos böceğinin bütün kış çalışan karıncadan daha iyi şartlarda kış mevsimini de geçirebileceğini!
İlk fark ettiğimiz günden bugüne bu gerçek, büyüdükçe, öğrendikçe ve yaşadıkça sürekli örneklerle karşımıza çıkıyor. Herkesin, her şeye sahip olmak için aynı bedeli ödemediği hatta bir çoklarının bedel bile ödemediğini her gördüğümüzde öfkeleniyoruz. Kimimiz bunu sindiriyor, kimimiz umursamaz görünüyor kimimiz ise aynı duruma gelmek için çabalayıp duruyoruz.
Bu sefer o muhteşem beynimiz devreye giriyor ve harika bahaneler üretmeye başlıyor! “O kadar para dert getirir zaten” den tutun “Haram para olmadan bu kadar zengin olamazsın”a kadar dahiyane cümlelerle kabulleniyoruz bu durumu. Bilinçli kurduğumuz bu savunma mekanizması o kadar güçlü ki, bilinçaltımızdan saydığımız küfürleri biz bile idrak edemiyoruz çoğu zaman.
Tabi ki burada zengin ya da varlıklı olmayı övmek değil amacım. Mutlak mutluluk kaynağının para olmadığı çok net. Çünkü insanoğlu yaradılışı gereği doymayı bilen kodlara sahip değil. Hatta zenginleştikçe acıkan, fakirleştikçe ihtiyatlı ve kontrollü hayaller kurmayı becerebilen bir yapımız var. Yine de bu durum, daha kolay sahip olana karşı olan duygularımızı değiştirmiyor.
Herkes saadet için bedel ödemeye hazır, ancak herkes bedelsiz saadet düşünde…
Tıpkı herkesin cennete gitmek isteyip, kimsenin ölmek istemediği gibi…
Bu döngüden çıkmanın benim bildiğim tek yolu döngünün farkına varmak ve dışına çıkmak. Eminim başka yollar da vardır, bendeki bu 😊
Kendimizi ne kadar dinler, iç dünyamızla ne kadar fazla meşgul olabilirsek, isteklerimizin aslında bir başka isteğe bağlı olmadığı ve mutluluk için de isteklerin gerçekleşmesinin o denli önemli olmadığını farkediyoruz gibi hissediyorum. Çocuklara yemeklerini bitirdiklerinde dondurma yiyebileceklerini söylemek yerine, yemek yememenin sonuçlarına katlanmalarını sağlamaya çalışıyorum. Bu sayede belki bir dahaki sefere yemek yemeyi kendileri isterler diye umuyorum. Dondurma ise yemek yensin ya da yenmesin, yemekten sonra tatlı niyetine yenebilir. Koşulu yok. Bununla en azından benim yapmaya çalıştığım şey, birbirine bağlı olmayan koşullar sebebiyle dertlenmemelerini sağlayabilmek. Belki ileride mutlu olmak için çalışmaya, o işe, o eve, o arabaya, hatta o insana sandıkları gibi gerek olmadığı noktasına gelebilirler diye umuyorum. Öyle ya, birbirinden bağımsız bunlar. Mutluluk insanın kendinde bitiyor en nihayetinde.
Uzattım biraz ama bunları düşündüm okurken yazınızı. Paylaşmak istedim.
BeğenLiked by 2 people
Öncelikle samimi görüşleriniz ve yorumunuz için teşekkür ederim. Bu döngüden çıkmak için sizin bildiğiniz yol benimde bildiğim tek yol 🙂 ancak zaten en zor olanı bu; yani bir döngüde olduğunu fark etmek. Ne mutlu bunun farkında olabilen anne ve babaların çocuklarına…
BeğenLiked by 2 people