Şimdi herkesin elinde kamera, akıllı telefonun içinde saklı…
Oysa ben 15 yaşındayken mesela, yani 1992 senesinde, öyle herkesin elinde olabilecek bir şey değildi kamera. TRT vardı o zaman sadece. Kocaman kocaman kameralara sahip olan tek kurum. Galibe Magic Box çıkmıştı o zamanlar yeni yeni, Star 1 kanalıyla. HBB filan diye bir kanal vardı bir de. Ya da karıştırıyor olabilirim, belki bir kaç yıl sonra.
Ama benim bahsettiğim el kamerası. Yani bugün herkesin cebinde, hem de yüksek çözünürlüklü olan o “video kamera” biz o yaşlardayken yoktu! TRT harici kamera da sinemadan ibaretti. Bugün buradan bakınca, “vizontele” den halliceydik yani. O kadar uzaktı yani, hayalini bile kuramazdık. “Görüntülü Görüşme” filan hele, Geleceğe Dönüş filminden bir sahne!
Oysa nasıl isterdim bugün izlemeyi…
Kendini NBA arenasında zanneden o cılız çocuğun basketbol topuyla şaheserler yarattığını sandığı, o asfalt üstünde oynanan basketbol maçlarını, bir kameranın çektiği kayıttan izlemeyi.
Ya da o evinin balkonuna bakan duvarın köşesinde, her akşam günlüğüne yazacak kadar aşık olduğu, rüyalarına giren o kızla yan yana otururken, bir umut cesaretini toplayıp sıraladığı o cümleleri, aslında boşa sıraladığı o anı, banttan seyredebilmeyi.

Yaşanan anların ve anıların görüntülerinin sadece kendi beyninin tozlu raflarında kalması, o da ne kadar doğru ne kadar yanlış bilinmez, hatırlamak istedikçe sadece anının sahibinde olması ne kadar naif. Ancak o zamandan kalan ya da sonradan karşılaşılan bir eski dostla anılıp paylaşılmaya çalışılması ne kadar zor.
Bugünün teknolojisini görmesek belki, kabullenmesi ve anlaşılması daha kolay. Ama bugünün imkanları (!) ile baktığında, sadece sende kalan, senin bildiğin ve yeri geldiğinde, dilin döndüğünce anlatmaya çalıştığın bir garip ve çaresiz duygudan ibaret anılar.
Hani Mungan’ın o eşsiz dizelerle yazıp, Sezen’in muhteşem yorumladığı şiirdeki gibi “Eskidendi, çok eskiden…” deyip geçmek ne mümkün? Oysa ben, bende kalan ve bir türlü gitmeyen o duyguları ve anları, sarıp sarıp başa izlemek istiyorum bazen. Hatta izletmek…
Böyleydim ben demek. Bu kadar uzaktım, bu kadar haberim yoktu.
Ama bu kadar güzel ve bu kadar anlamlıydı demek istiyorum, parmağımla gösterip o anı…
Fakat nafile!
Benimle kalan, benim anlatabildiğim, benim paylaşabildiğim kadar yaşayacak ve bir gün benimle göçüp gidecek o anların bir kaydı yok.
Belki de ondan, bugün hala o anları hatırlamaktan çok yaşama isteği arzusu…
Belki de ondan, bu kadar yaşlanmışlık duygusu.
Yorum bırakın