Uysallık genlerimde var. Öyle yetiştirildim. Uslu olanın, önünde sonunda istediğini alacağı öğretildi bana. Çocuk halimle beklemeyi, gençlik halimle geçiştirmeyi ve yetişkin halimle sabretmeyi erdem saydım. Ne kadar zor olsa da her dönemde, yalan yok, denedim. Başaramadığım oldu. Çocukluğumda özellikle. Ama çocuksun ya, öyle ya da böyle uysallaştırdılar anlık da olsa. Çok fiske yemişliğim vardır çocukluğumda.... Continue Reading →
Yakın Gözlüğü
1985 senesiydi... Nereden hatırlıyorum? Çünkü ilkokul ikinci sınıfındaydım. Okula, neden geldiklerini bilmediğim beyaz önlüklü amca ve teyzeler, farklı farklı yönlere bakan, farklı farklı boyutlarda "E" harfleriyle döşeli bir büyük beyaz çarşafı tahtaya asmışlar, sırasıyla tüm çocukları karşısına oturtmuş, ne gördüklerini soruyorlardı. Çocuk aklımla, doğru bilmem gerektiği heyecanıyla sıranın bana gelmesini bekliyordum. Sıra bana geldiğinde, her... Continue Reading →
Kırık Dökük
Şimdi aynı masada aynı mezelere kaşık sallayan iki sarhoş gibiyiz! Ne sen beni duyuyorsun, ne ben seni dinliyorum. Senin dilinde memleket meselesi, bende o şarkının meşhur nakaratı... Böyle olacağı belliydi. İkinci şişeyi söylemeyecektik. Tadında bırakacaktık. İnsan sonunu bildiği şeylerin anlık zevklerine nasıl da bu kadar kolay kaptırıyor kendini. Nasıl gidiyor peşinden onların. Şu yılların bize... Continue Reading →
Bir varmış, bir yokmuş…
Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde; develer tellal iken, pireler berber iken... Karnı acıktığında dolapta ne varsa onunla bir şeyler yapmak zorunda kalan insanlar varmış. Sipariş vermek için aşağı sepet sallamaktan ya da bağırarak seslenmekten başka şansı olmayan... Oturdukları sofrada anı olarak kalması için fotoğraf makinesine poz veren insanlardan, ancak bir ortamda bahsedildiği zaman haberi... Continue Reading →
Yazın kıyısında…
Bir yerde okudum geçenlerde, tam hatırlamıyorum ama aklımda kalan haliyle "Depresyondaysan, geçmişte yaşıyorsun. Endişeliysen, gelecekte yaşıyorsun. Mutluysan, anı yaşıyorsun." diyordu. Sahi, ne kadar zaman oldu anı yaşamayalı? Maskesiz mesela... Sevgiliyle ya da... Zamana tutsak olduk. Kum saati doldu, çeviren yok. "Görüşmeyeli ne kadar oldu?" diye başlayan cümleler, basit bir hesapla 3-5 yıldan öncesinde toplanmıyor artık.... Continue Reading →
Romanın Orhan Veli’si…
Kendi adıma çok geç keşfettiğimi söylemeliyim. Ya da öyle hissettim ilk romanını okuduğumda, bilemiyorum. Öylesine sıra dışı, öylesine benzersizdi ki... Bir romandı okuduğum, öyle yazıyordu kapağının ardındaki sayfada. Ama roman dediği, şiirlerle dolu bir derleme, sanki bir antolojiydi yazarları saklı... “İçimde yarım kalmış bir konuşmanın üzüntüsü vardı” dediği satırda bir alıntı, bir şair olmalıydı. Zira... Continue Reading →
Enkaz
Huzursuzluk ve umutsuzlukla çepeçevre sarıldığımız şu son günlerde, biz bulutların dağılmasını umarken yıldırım düşmesiyle sarsıldık. Yıldırımın düştüğü yerde yanıp kavrulanlar aramızdan ayrılırken, bizler güneşi uzun süre daha göremeyeceğimizi anlayıp şimdi saçma sapan bir yağmurun altında sırılsıklam ağlıyoruz... Isınır mıyız artık diye beklerken, büsbütün ayazda kaldık! Bir süredir üşümeyelim diye üstümüze aldığımız battaniyelerle de enkaz altından... Continue Reading →
Maskeli…
“Bak, herkesin yüzünde bir maske var, görüyor musun?” dediğinde tam anlamadım ne dediğini. Açıkçası dinlemiyordum da. Ben sadece söyleceklerimi toparlamanın derdindeydim. Nasıl başlayacaktım? Nasıl anlatacaktım? “Sana diyorum” dedi, dinlemediğimi fark etmiş bir ses tonuyla. O zaman yüzüne baktım, gözlerine... Buraya geldiğimizden beri ilk kez bu kadar ciddi gördüm onu. Ya da yeni fark ediyordum, bilmiyorum.... Continue Reading →
Dört yapraklı…
Sanırım 14-15 yaşlarındaydım. O zaman oturduğumuz sitede, okulların yaz tatilinde olduğunu hatırladığım bir zamanda, top peşinde koşturmaktan terleyip bir blok duvarına sırtımı dayayarak gölge serinliğine çöktüğümde, önümdeki çimenlikte bir sürü yonca vardı. (O zamanlarda böyle soluklanmak için bir kenara çöktüğümüzde, elimizde bugünkü gibi cep telefonları yoktu.) Tabi yoncalar bildiğiniz gibi üç yapraklıdır genelde. Dört yapraklı... Continue Reading →
Korona Günlerinde Aşk
Gözlerini dikmiş dosdoğru bana bakıyordu. Kaşlarını çatmış, göz bebekleri göz kapağına yaslanmış, gözlerinin ayası sulanmış bir beyazlıkta... "Sakın" dedi... "Sakın yapma!" Oysa ben dirhem sarsılmamışım, o kadar eminim kendimden. Buraya gelirken, çizdiğim bu yolun doğruluğu için kendimle girdiğim, günler belki de aylar süren savaştan tek taraflı galip çıkmışım ve adını koymuşum. Bir daha o yolu... Continue Reading →