Hadi biraz nostalji yapalım! Öncelikle hafızamızın derinliklerini biraz zorlayalım ve bulabildiğimiz en eski fotoğrafı çıkartalım. Ama öyle hemen ilk aklınıza geleni değil, zorlayın biraz. Siz düşüne durun ben kendi bulduğum resme dair bir şeyler paylaşayım sizinle…
Seksenlerde çocuk olan neslin bir temsilcisi olarak şu iddia ile başlayayım; bizim jenerasyon çok şanssız! Biliyorum, benim jenerasyonun dışında olan herkes buna itiraz edecek. Çünkü herkes kendi döneminde yaşadığını bilir, diğer dönemleri ancak dinlediği için asla yaşadıklarının yerini tutamaz. Bu benim içinde geçerli tabi ama bizim jenerasyon gerçekten çok şanssız. İzin verin anlatayım…
Şimdilerde bilimsel olarak her kuşağın bir harf karşılığı var. Bu karşılık bizim gibi 70’lerde doğanlar için “X” olarak tanımlanıyor. Bizim kuşak şu an çok önemli çünkü kültürel olarak etkin ebeveyn rolü bizim üzerimizde, ekonomik olarak alım gücünün ve iş gücünün tam ortasında yer alıyoruz. (Yani acemiliğe de emekliliğe de aynı uzaklıktayız) Hatta tabiri caizse MFÖ’nün o harika şarkısında dediği gibi “Tam Ortasındayız Hayatın” Dolayısı ile bulunduğumuz dönem için en etkin kuşak olduğumuzu söyleyebilirim.
Yazının başında iddia ettiğim şanssızlık iddiama gelmeden önce “bizi” biraz daha anlatayım ki bizim kuşağın dışında olup da itirazı olanlarla çerçevelerimizi daha net çizelim. Tabi bu çerçeveyi ülkemizde ki X kuşağı için çiziyor olacağım. Çünkü her ne kadar globalleşmenin göbeğinde yer alıyor olsak da bizim kuşak üzerinde “milli globalleşen” bir kuşak dünyanın hiç bir ülkesinde yoktur tahmin ediyorum.
Çocukluk dönemimize bakacak olursanız, bizleri yetiştiren ebeveynlerimiz ülkemizde anarşinin ve yoksulluğun en yoğunlaştığı dönemden gelen kuşak. (ki bu yüzden bile en şanssız kuşak olduklarını iddia edecekler) Bizi şekillendiren, koruyan, kollayan ve en nihayetinde istedikleri gibi bir evlat olmamızı sağlayan (istisnai olarak da sağlayamayan) canım ebeveynlerimiz. Biz öyle şanslıydık ki; ülkemizde ihtilal olmuş, anarşi (nasıl olduysa) bir günde son bulmuş, Orkenanan Kenan Evren (Ben o yıllarda öyle tanımlıyordum dilim döndüğünce) başa gelmiş ve memleket huzura kavuşmuştu!
İşte bu huzur ortamında (!) bizleri yetiştiren ebeveynlerimiz kendi gençlik dönemlerinde idealist olmanın getirdiği tecrübeleri, çocuk sahibi olduklarında yeniden gözden geçirerek canından kıymetli çocuklarında tam zıt şekilde uygulamaya başladılar. Şöyle ki; kendi gençliğinde savundukları ve mücadelesini verdikleri ideolojilerini, bizler için savunma kalkanının temel yapı taşına çevirdiler. Çünkü artık bu ideolojilerin peşinden koşmak kendileri için değil ve çocukları için tehlikeliydi. Kendi kuşağının ideolojilerini savunan öncülerin başına neler geldiğini en iyi onlar biliyordu. Bunların şimdi çocuklarının başına gelmesine engel olmalıydılar. Dolayısı ile bizler ebeveynlerimizin “aman karışma”, “kalabalıktan uzak dur”, “hemen sivrilme”, “çok sorgulama” ve benzeri telkinleri ile büyümeye başladık. Tabi bu zamanla “çok konuşma”, “cevap verme” ve benzerlerine evrildi. Bizim jenerasyonun temel kodlamaların da bu itaatkar ve sorgulamadan yoksunluk yer almaktadır. Bu yüzdendir mesela; geçtiğimiz günlerde eşimle tartışan 7 yaşında ki kızıma tartışmanın uzamaması için “Tamam artık, anneye cevap verme” dediğimde son derece içten ve basit bir şekilde “Neden?” diye sormuştur ve ben cevap verememişimdir. Çünkü o doğal olarak nedenini sorgularken ben çocukluğumdan gelen kodlamalar sebebiyle bu soruyu bir kez bile annemlere soramadığım için cevap veremedim. Sahi neden anneye cevap verilmez?
Temeli bu şekilde kodlanan çocuklar olarak, o zaman ki popüler tabiriyle buluğ çağımıza adım attık. Beyaz yakalı siyah önlüklerimizi çıkartan kızlar uzun beyaz çorapları ile gri eteklerini giyerken bizler ilk kez kravat takıp lacivert ceketlerimizin içinde artık büyümüş küçük adamlardık!
Akşam üstü açılan devlet televizyonu bizi Adile Teyze ile 8:30 da yatağa gönderirken kendide gece yarısı İstiklal Marşı ile kapanıyordu ve biz televizyonun renkli hale gelmesinin mucizesini yaşarken akabinde televizyon üzerinde yer alan 8 kanal tuşunun ne işe yaradığını önce TRT menşeili TV2 ile sonrasında da Star1 ile öğrenmeye başlamıştık. 90 metrekare evin 3+1 olabildiği evimizin, ülkemizde bugün ancak yatak odalarına layık görülen genişlikteki salonunda “Kozbi Ailesi”ni seyrederken “Hakstıbıl Malikanesi”nde hayal etmeye başlamıştık bile kendimizi.
Oysa biz bunları seyrederken kimse bize bunların neden olduğunu ve neden olmadığını anlatmadı. Biz ise bize öğretildiği gibi sadece seyrettik, hiç sorgulamadık. Ebeveynlerimizin istediği gibi güven içerisinde büyüyorduk. Ne güzel!
Sonra Üniversite… Hani iş bulmak için mutlaka kazanılması ve bitirilmesi gereken üniversite. Kafası basan ve bizim gibi “yaramaz” değil “çalışkan” olan kişiler dışında ki herkes için Üniversite Sınavı sadece girebilme çabasıydı. Kimimiz girdi kimimiz giremedi. Dediğim gibi, o zaman için “yaramaz” olarak tanımlanan tayfa içerisinde üniversite kazananlar ile kazanmayanlar arasında bugün çok bir fark olmadığını net olarak görebilirsiniz. Hatta kazanmayanlar iş hayatına yani gerçek hayata daha erken başladıkları için çoğunlukla bunu avantaja çevirmiş ve kazananlara göre daha avantajlı hale getirmişlerdir. (Dediğim gibi “çalışkan” olarak tabir edilen arkadaşları kastetmiyorum)
İddia ediyorum, bizim jenerasyon kadar bir şeyleri bitirme arzusuna hiç bir jenerasyon sahip değildir. Çünkü biz ya hep anne babalarımızın tercihlerini yaşadık ya da o tercihlere layık olamadığımız için suçluluk duygusu ile büyüdük. Sormamız gereken, sorgulamamız gereken neredeyse hiç bir şeyi soramadık. Okulu bitirmek istedik biran önce, sonra Üniversiteyi bitirmek istedik, sonra bir iş bulmak ve şimdide emekli olmak istiyoruz. Çünkü yaşamak istediklerimizi hep erteliyoruz. Neden bugün yapamadığımızı sorgulamaya cesaretimiz bile yok!
İşte bu noktada bizden sonra ki kuşaktan ayrılıyoruz. Çünkü onlar gibi sorgulama yetileri bizde yok ya da yapmacık. Hatta itiraf edeyim o kuşaktan öğrenmeye çalışıyoruz. Bizler bir ödev için kütüphane de saatlerce kaynak ve fotokopi kuyruğu bekleyenler olarak bizden sonrakilerin “Google” gibi bir ayrıcalığa sahip olmalarını içten içe kıskanıyoruz. Ancak ebeveynlerimizin yaptığı gibi otorite olmaya çalıştığımız için de aslında komik oluyoruz.
Gelelim bizden önceki kuşağa. Evet yoksulluk, imkansızlık ve anarşi gibi olumsuzluklar içerisinde yaşadınız. Ama sahip olduğunuz mücadele duygusu bizde oluşamadı sayenizde. Ya sonra? Bakın… Bizim jenerasyonun anne babalarının siyah beyaz beyaz gençlik fotoğrafları vardır. Dikkat edin, teknolojinin bugünkünün yanından bile geçemediği dönemlerden bahsediyorum; gazinolarda kulüplerde çekilmiş onlarca belki yüzlerce fotoğrafları vardır arşivlerinde. Eğlenmeyi en iyi bilen jenerasyondur benim gözümde. Çünkü mücadele etmişlerdir, bunlar için yeri gelmiş bedel ödemişlerdir. Tahmin ediyorum onlar kadar eğlenmeyi bilen ve hakkını veren bir jenerasyon uzun süre gelmeyecektir!
Şimdi bize dönelim tekrar… Bugün sistemin bize dayattığı “Beyaz Yakalı” yapmacık karizmalarımızı bir kenara koyarsak hep olduğu gibi mutluluğumuzu, beklentilerimizi emekliliğe ertelemekten ve hayal etmekten öteye geçemiyoruz. Bugünün son model arabalara binsek de hiç bir araba “Kara Şimşek” kadar güzel gelmiyor bize be Mortgage kredileriyle aldığımız hiç bir ev “Hakstıbıl Malikanesi” değil. Çünkü biz Blue Jean dergisini 12 Çıkartma hediye ettiği için tüketen nesildik…
Yazımın en başında söylediğim en eski fotoğrafı çıkartınız mı hafızanızın derinliklerinden? Bugüne kadar o resmi neden orada sakladığınızı biliyor musunuz?
Bugüne kadar “Neden” sorusunu neden bu kadar az sorduğunuzu biliyor musunuz?
“Neden” diye sormadıkça bilmemiz mümkün değil…
Bu sayıyı çok net hatırlıyorum:)
BeğenLiked by 1 kişi