Üniversite de okuduğum yıllarda çok yakın bir arkadaşımın evinde, vize ya da final içindi şimdi hatırlamıyorum, ders çalışmaya ara verdiğimizde kahve içerken, arkadaşımın abisiyle bir sohbetimiz olmuştu. Bizler yirmili yaşlarının başında tazecik öğrencilerken, arkadaşımın abisi yanılmıyorsam otuzlarında bir adamdı. Şimdi buradan bakınca o da gençmiş aslında tabi ama bizim için o zaman baya kocaman biriydi. Evli ve çocuklu olması da rütbelerinde ki yıldızları arttırıyordu.
Hatırlıyorum, çok etkili bir konuşma tarzı vardı. Kelimeleri kullanışı, ses tonu ve mimikleri ile tam bir TEDx konuşmacısı gibiydi. Zaten ders çalışmaktan avurtları çökmüş biz iki garip, adamın ağzının içine baka baka dinliyorduk dediklerini. “Bir özgeçmişiniz olmalı çocuklar” dedi. “Ama geçmişinizi değil, geleceğinizi yazacağınız bir özgeçmiş…” Henüz öğrenciyiz ya tabi o güne kadar ‘özgeçmiş” ya da daha cool tabiriyle “CV” ile hiç işimiz olmamıştı ama çok az bir süre sonra yıllarca sürecek ve yüzlerce kez güncellenerek bir dünya yere gönderilecek bir ‘özgeçmiş’ serüveninin eşiğinde olduğumuzunda farkındaydık. “Şöyle anlatayım ne demek istediğimi..” diyerek sözlerine devam etti:
“Buna “özgelecek” diyelim. Bir iş görüşmesinde sunduğunuz özgeçmişinizi o anda değiştirme şansınız yoktur. Adı üzerinde ‘geçmiş’tir! Tabi ki zamanla ve deneyimle güncellenecektir ancak temel bazı olguları değiştirmeniz ya imkansız ya da çok zor olacaktır. Oysa şu anda yolun başındasınız. Zamanı geriye aldığınızı düşünün, yani bu öz geçmişte nelerin olmasını istiyorsanız bunu yapma şansına sahip olduğunuzu… Dolayısı ile özgeçmişinizi yeniden şekillendirebilirsiniz. Mesela okuduğunuz okullar… Tamam, ilk ve orta öğretimi değiştirme şansınız yok ama üniversite? Şu an diplomasını almak için uğraştığınız okulun ve bölümün o özgeçmişte yer almasını istiyor musunuz? Çünkü istemiyorsanız halen değiştirme şansınız var! Peki yabancı dil? Seviyesinden memnun musunuz? Ya da tek başına yeterli olduğunu düşünüyor musunuz? O zaman seviyesini yükseltme şansınız var, yeni bir dil hatta bir kaç dil ekleme şansınız daha var. Deneyim kısmını da doldurun şimdiden. Hangi şirketlerde çalışmış olmak özgeçmişinizde şık durur? Hangi şehirde ya da hangi departmanda… Referanslarınız kısmında kimler olmalı, kimlerin desteğini almalısınız yanınıza? Özgürsünüz, kendi özgeleceğinizi yazın ve yola o özgeleceğe bakarak devam edin. Özetle bir özgeçmişiniz olacaksa, onu siz şekillendirin…”
İnanın sigara içiyor muydu adam, hatırlamıyorum ama sanki biz gözlerimizi kocaman açmış dediklerini dinlerken, o son cümlesini bitirdiğinde sigarasından derin bir nefes çekip arkasına yaslanmış biri olarak canlanıyor gözümde şu an…
Arkadaşımla birbirimize baktık. Tabi onda “işte benim abim” bakışı vardı daha çok ama ben gerçekten çok etkilenmiştim. Ama her şeyi en iyi bilen olduğumuzu sandığımız yaşlardaydık. “Siz ne iş yapıyordunuz?” diye soruverdim adama. Tabi ki sorumun esas amacı işini öğrenmek değildi. Bize böylesi nasihatlarda bulunan adamın kalantor birisi olması gerekmez miydi? “Ben bunu böyle böyle başardım” diye eklemeliydi cümlelerinin sonuna. Yani tabiri caizse altını doldurmalıydı söylediklerinin. Serde öğrencilik var ne de olsa. Yani cehalet ile cesaretin kesiştiği o umarsızlığın başa baş noktasındayız tam. Ders almak neyimize, imkan verseler ders vereceğiz!
Evet, evet… Kesin sigara içiyordu. Çünkü şu an gözümün önüne gelen adam sigarasından bir nefes daha çekip havaya üflerken dumanını, gerildiği sandalyesinden doğrularak iki elini masanın üstünde buluşturdu ve gözlerimin içine bakarak “Sen ne iş yapıyor olmak isterdin benim yaşıma geldiğinde?” diye sordu. “Bilemiyorum” dedim gözlerimi düşürerek. “İşte…” dedi arkadaşımın abisi ” İşte bunu bilmediğin müddetçe işini hep başkaları belirleyecek. Sen onlara hep bir özgeçmiş ile gideceksin, onların beklentilerine uygun bir özgeçmişin varsa, onların istediği işe gireceksin. Yıllar sonra benim yaşıma geldiğinde ne çok şeyi değiştirmek istediğini fark edeceksin ama iş işten geçmiş olacak. Artık elinde sadece bir özgeçmiş olacak çünkü, özgelecek yazamayacaksın. Benimde bugün yazamadığım gibi…”
Tabi ki bugün bu kadar kelime kelime hatırlamıyorum dediklerini ama o günü hatırladığımda bu şekilde dökülüyor o adamın cümleleri bugün buraya. Daha sonra sanırım arkadaşımın nikahında gördüm kendisini, bir daha da hiç kesişmedi yollarımız. Buna rağmen, arkadaşımın evlerindeki mutfak masasında o gün söylediklerini tamamen unuttum! Evet, unuttum… O gün yeniden derse döndüğümüzde belki arkadaşımla “doğru söylüyo valla” filan demişizdir bir iki ama sonra unuttuk gitti…
Ta ki bu sabah, güzel kızım bana “Baba, ben büyüyünce ne olmak istiyorum biliyor musun?” diye sorup ne olmak istediğini bana söylediğinde “Ne olmak istediğine her zaman sen karar ver kızım, geleceğini başkalarının şekillendirmesine asla izin verme” dediğim ana kadar unuttuğumu sanıyordum. Unutmamışım…
Zaman bana, özgeçmişimde değiştiremediğim şeyleri kabullenme ve öz geleceğimi ona göre şekillendirebilmeyi öğretti. Bugün artık bir A4 kağıda ihtiyacım yok bunun için. Bana o gün bu nasihatları veren adamdan yaklaşık on yaş daha büyüğüm. Sanırım o gün adamın dediği gibi zamanı geri alma şansım olsa ve bugünkü aklımla o güne gitsem söyle derdim adama:
“Üzgünüm ama sadece ben varım. Yani ‘öz’ var ‘gelecek’ yok! Ben yatırımı kendime yani ‘özüme’ yapacağım. Bana neyin iyi geleceğini ya da gelecekte nerede olmak istediğimi umursamayacağım. Şu an ne istediğime odaklanacağım. Daha iyi bir üniversite yerine bulunduğum üniversite de bile zaman mı kaybediyorum onu sorgulayacağım. Yatırımı geleceğe değil, o güne; başkalarına değil, kendime yapacağım. Çünkü artık biliyorum ki en değerli zaman, istediğim gibi geçirebildiğim zamandır. Senin yaşına geldiğimde işimin ne olduğu değil, benim kim olduğumdur önemli olan. O senin özgelecek dediğin şey de bir özgeçmişten farklı değil… O da ‘iyi ki’lerden çok ‘keşke’lere çıkıyor sonunda…”
Özetle, ne öyle etkileyici bir özgeçmişe sahip olabildim ne de bir özgelecek yazabildim hayatımın bugüne kadar ki istasyonlarında. Ve yine geriye alsam zamanı ne bir özgeçmiş pişmanlığı duyarım ne de yeniden bir özgelecek yazma kaygısı… Çünkü artık biliyorum ki önemli olan yalnızca ‘özgüven’dir. Özgüvenin ne kadar yüksek olursa o kadar güçlü olursun. Özgüveni yüksek olan insanların geçmişi de geleceği de değerlidir.
O yüzdendir ki kızıma bugün ya da yakın gelecekte vereceğim tüm nasihatlar anlamsız. Tıpkı o adamın o gün o masada bize tüm iyi niyetiyle vermeye çalıştığı gibi unutulacaktır…
Bir Cevap Yazın