Uysallık genlerimde var. Öyle yetiştirildim. Uslu olanın, önünde sonunda istediğini alacağı öğretildi bana. Çocuk halimle beklemeyi, gençlik halimle geçiştirmeyi ve yetişkin halimle sabretmeyi erdem saydım. Ne kadar zor olsa da her dönemde, yalan yok, denedim.
Başaramadığım oldu. Çocukluğumda özellikle. Ama çocuksun ya, öyle ya da böyle uysallaştırdılar anlık da olsa. Çok fiske yemişliğim vardır çocukluğumda. O zaman öyleydi. Ya da öyle olduğuna koşulsuz inandırılmıştık. Öğretmenin vurduğu yerde gül biterdi. Eti öğretmenin, kemiği annenindi… O zaman bilmediğim kelime anlamıyla “örselenmek” bundan güzel öğretilemezdi.
Sonra gençlik geldi. Çoğunuz gibi benim de haberim olmadı nasıl geldiğinden. Ne çocuk olabildiğin ne büyüyebildiğin garip bir dönemdi. Çocukluğunda anlamlandıramadığın onca şeyin yetişmişliği ile büyüdüğünü sandığın o gençlik… O şarkıda dediği gibi Yeni Türkü’nün “zamanın geçmek bilmediği, gençliğinin sırtına bir yük gibi bindiği” o yıllar. Bugün geçmişe dönüp baktığında dediğin gibi, ne güzeldi. Düşünsene, uykuya yenilirdin! Saatlerini yatakta geçirebilir, ellemeseler akşamlara kadar uyuyabilirdin. Ha bir de istediğini istediğin zaman yapmak, çocukluktaki kadar olmasa da, bu dönemde de en büyük derdindi. Ama çocukken bilmediğin garip duygular vardı ensende artık. Aşk mesela… Dürüst ol! Gençliğinde olabildiğin kadar aşık olabilir misin birine bugün? Mümkün değil. Hadi ileri gideyim bir adım daha; o gün sevişmeyi arzuladığın kadar bugün seviştiğinden tat alabilir misin? Gençliğine öykünmedir aslında, kendi kendini her tatmin edişin.

Sonra işte, yılların ay, ayların hafta, haftaların gün gibi geçtiği o “yetişkin” hayatında buluyorsun kendini birdenbire. Mübalağa etmiyorum. Şairin dediği gibi “Birdenbire…” O çok sevdiğin uykunun sana dert olduğu yıllar geliyor. Bedeninin ağırlığını fark ediyorsun. Yorgunluk denilen bir kavram giriyor hayatına. Ne kadar uyumaya çalışsan geçmiyor, ne kadar yorulursan o kadar uyuyamıyorsun. Bildin işte. Evet o… Ne kadar yapmam dediğin şeyi yaptığın, ne kadar yakın sandığın şeylerin uzak olduğu… Şarkıların sözlerini fark ettiğin, o yaşlar.
Yaşlılık denilen bir dönem daha var ama onun için fikir yürütecek, ahkam kesecek kadar “büyük” değilim. Benim 45 yaşına kadar gördüklerim bana da bu yazıya da yeter.
Şimdi üçe böldük ya hayatın bu kadarına kadarını, her birine bir dert alalım. Hangisi en büyük, gelin birlikte bulalım…
Çocukluğuma sorsan, en büyük derdi geç yatmaktı mesela. “Uykudan önce..” ile uyutulan, uyuduğunda neler olduğu hakkında hiç bir fikri olmayan bir çocukken bir cin çıksa karşıma ve dese ki “dile benden ne dilersen” istediğim zaman yatmayı dileyecek kadar naif bir çocukluktu benimki. Okula yedi gün bile gitmeye razıydım, yeter ki ben herkesten sonra uyuyayım.
Gençliğime gelince… O kızın bana aşık olması dışında her şeyden vazgeçecek kadar kendini bilmez bir aşıktım. O kız değişse de her hafta, ben hep aynı aşıktım! O bana baksın, o beni sevsin, o beni düşünsün yeter; ben daha ne isterim ki?!
Yetişkinliğim şimdilik bana kalsın, yaşlanırsam yazarım. Ama yaş aldıkça artan tutkularımı, çocukça kararlarla ve gençliğimdeki arzularla gerçekleştirmeye çalışıyorum artık. Hata yapmaktan daha çok korkmam gereken zamanda, hata yapmaktan hiç olmadığım kadar çok korkmuyorum!
Çocukça bir inatla yürüyorum belki de hayatımın geri kalanına, bilmiyorum…
Bir Cevap Yazın