Referandum yani Türkçesi ile Halk Oylaması “herhangi bir siyasal ya da toplumsal sorunla ilgili olarak halkın olumlu ya da olumsuz tutumunu belirlemek üzere başvurulan genel oylama” olarak tanımlanıyor. Yani halkın sandıkta oy vererek kendisini temsil için meclise gönderdikleri vekillerin, kendi yetkilerini aştıklarını düşündükleri kararları hazırlayıp nihayeti ile ilgili kararı halka bıraktıkları yasa değişikliklerinin halk tarafından oylanması…
Ne kadar demokratik bir uygulama değil mi? Önümüzde ülkemizin geleceği açısından kritik önem arz eden bir referandum var ama bu yazı, bu referandumun siyasi boyutu veya sonuçları ile ilgili değil. Bu konuda her görüş sahibinin kendi fikri dışındaki fikri dinleme veya algılama tahammülü olmadığının farkındayım. Çünkü bizde fikir tartışması kültür olarak yok. Birbirini karşılıklı konuşurken dinleyen insanların bile birbirini aslında dinlemediklerini biliyoruz. Çok değerli bir büyüğüm “Dinlemek sıra beklemek değildir.” demişti. Bir fikir tartışması sırasında dinleyen, karşısındakinin sözünü bitirmesini beklerken kendi söyleyeceklerini tasarlıyor aslında ve sadece sıranın kendisine gelmesini bekliyor. Medeniyet göstergesi de bu sırayı beklerken ne kadar tahammüllü olduğu ile ilgili. Tahammülü az olan zaten karşısındakinin sözünü kesiyor. Tahammülü geniş olansa en fazla diğerinin sözünü bitirmesini bekliyor. Ama dinleyen, yok!
Dolayısı ile böyle bir beyhude çabaya girişmeyeceğim keza faydası olmadığını biliyorum ne yazık ki. Benim burada sağını solunu çekiştirmeyi deneyeceğim konu, referandumun günümüzde uygulama alanlarının genişletilebilmesi ile ilgili…
Kişisel olarak ilk referanduma konu olan ikilemi mi düşündüğümde aklıma “Anneni mi daha çok seviyorsun yoksa babanı mı?” sorusu geliyor. Hayatımın belki de ilk çıkmaz sorunsalı! “Ben ikisini de seviyorum” cevabı ile kurtulabilenineniz oldu mu? Sanmıyorum…
“Büyüyünce ne olacaksın?” sorunusun cevabı çoktan seçmeli gibi görünse de bununda aslında iki seçenekten ibaret olduğunu hepimiz biliyoruz. Ancak büyüdüğümüzde ne olduğumuz, büyüdüğümüz için çoğu kimseye o kadar da ilginç gelmiyordu…
Biz büyüdükçe seçenekli soruların, bölünen yolların sayısı sürekli arttı. Tuttuğumuz takım yetmedi hangi oyuncunun daha iyi olduğuna karar vermeliydik. Kızlara sevdalandık, sarışın mı yoksa esmer miydi önceliğimiz bilemiyorduk. Dört mevsim vardı bir yılda ama biz acaba en çok yazı mı kışı mı seviyorduk. Edebiyata gönül verdik ama okumak yetmiyordu, hangi akımın etkisinde olduğumuzu anlamamız gerekiyordu. Hayvan sevgimizden bile emin olmalıydık; acaba kediyi mi köpeği mi seviyorduk?
Dürüst olalım. Çocukken bize sorulan en basit sorulardan tutun, hayatımıza yön veren tercihlerimizin seçimine kadar bu soruları bize soranlar kendilerince doğru cevapları hep kendilerinde tuttular. Oysa tercih sorularının doğru cevapları olmaz, olamaz. Adı üzerinde, tercihtir onlar. Ama bize bu tercihleri soranlar yanlış yaptığımızı ya da doğru yolda olduğumuzu söylediler hep. Bu yüzden çoğumuz kendi tercihlerimizi seçmek yerine, başkalarının doğrularını tercih ettik. Aksine yürüyenler istisna olmaktan öteye geçemediler.
Şimdi Yüksek Seçim Kurulunu göreve çağırıyorum! Anayasa değişikliği de bir şey mi? Hayatımızı şekillendiren seçeneklerin sonuçlarını görmek istiyorum. Oylamanın da sayımın da açık yapılmasını istiyorum. Ayrıca oylamanın yapıldığı gün alkol satışının sadece serbest olmasını değil, teşvik edilmesini de istiyorum!
Çünkü bizleri kendi koydukları şıklarla sınırlandıran, bir birey olarak başkalarının tercihlerini kendi tercihimmiş gibi sahiplenmemizi sağlayan düzen sahiplerinin seçenekleri bana bir şey ifade etmiyor.
Kendi referandumlarımızı yapabilsek keşke. Sadece “o mu, bu mu?”, “evet mi, hayır mı?” ya da “var mısın, yok musun?” ları içeren dar kalıplı hayatlarımızı “siyah-beyaz” ekseninden kurtarıp hayata rengarenk bakabilmek için…
Çünkü bir mevsimin hissettirdikleri gibidir hayat mesela! Yaz sıcağında serinlikken derdin, kışın sıcağı özlersin. Oysa baharlar vardır geçer gider, fark etmezsin…
Bir Cevap Yazın