“Bak, herkesin yüzünde bir maske var, görüyor musun?” dediğinde tam anlamadım ne dediğini. Açıkçası dinlemiyordum da. Ben sadece söyleceklerimi toparlamanın derdindeydim. Nasıl başlayacaktım? Nasıl anlatacaktım?
“Sana diyorum” dedi, dinlemediğimi fark etmiş bir ses tonuyla.
O zaman yüzüne baktım, gözlerine… Buraya geldiğimizden beri ilk kez bu kadar ciddi gördüm onu. Ya da yeni fark ediyordum, bilmiyorum.
“Herkesin yüzünde maske var. Herkes yalancı. Herkes bir şeylerin arkasına saklanıyor.” Devam edecek gibiydi ama birden sustu. Eliyle masanın üzerinde duran sigara paketinde kalan son sigarayı çıkarmaya çalıştı içine parmağını sokup. Eli titriyordu. Sonunda çıkardı sigarayı ve dudaklarına koyup yaktı. Derin bir nefes çekip, tam kaldığı yerden devam edecekken tekrar götürdü sigarayı dudaklarına ve derin bir nefes daha çekip havaya üfledi. Yakıtını almış bir araba gibi daha sakin ve daha emin, gözlerimin içine bakarak devam etti:
“Ben görmedim mi sanıyorsun? Ben anlamadım mı?” Daha sakin götürdü bu sefer parmaklarının arasındaki sigarayı ama diğer eliyle masaya vuruyordu parmaklarını farkında olmadan. “Beni aldattığını bilmiyor muyum, gerizekalı?!”
Tahmin ettiğini biliyordum ama ifadesi bundan fazlasını bildiğini gösteriyordu sanki. Oturduğum yerde doğrulduğumu fark edince hafif bir tebessümle beni beklemediğim yerden vurduğunu anladı.
“Herkesin diyorum sana, herkesin yüzünde maske var. Bulaşıcı bir hastalık varmış gibi ortalıkta, herkes maske takıyor.” Bitmemiş olan sigarasını ortadan kırarcasına bastırarak kül tablasına, gözlerimin içine daha dik bakarak devam etti: “Senin taktığın maskeyi görmeyeceğimi mi sandın?”

Tahmin ettiğimden fazlasını biliyordu. Bunu beklemiyordum. Benim itirafım olacaktı. Ben söyleyecektim her şeyi. Tüm hazırlığımı buna göre yapmış, tüm cesaretimi buna güvenerek toplayıp gelmiştim. Oysa bir anda çırılçıplak hissettim kendimi. Hatta, ilk defa bu kadar suçlu hissettim kendimi.
“Sus” dedi. “Hiçbir şey söyleme. Ne söylesen anlamsız bu saatten sonra. Masken düştü.”
“Ama..” derken o kadar gerisini getiremeyecek kadar güçsüzdüm ki, duymadı bile beni. Arkasına yaslandı. Çekip gitmediğine göre o son cümlesinden sonra, o da hala bir şeylerin savaşını veriyordu besbelli.”
Sıra bendeydi o zaman. Suçumun farkında olan bir adi suçlu gibi hafifletici sebeplerimi sıralayacak ve tahliyemi talep edecektim. Dava uzayacak olsa da ilk celsede tahliye edilmeyi ve tutuksuz yargılanmayı umuyordum. Tüm savunmam bunun üzerine kuruluydu.
“Sandığın gibi değil” diyerek başladım. Bana bakmıyordu. Bu iyiye işaretti. Devam ettim:
“Ben seni incitmek istemedim hiç. O yüzden duygularımdan emin olmadan sana anlatamadım. Seni sevdiğimi biliyordum, bunu hiç sorgulamadım. Ama onu sevdiğimi çok geç anladım.”
Aslında iyi gidiyordu. Ta ki bir anda yüzünü bana çevirip “Emin olana kadar ikisini de elimde tutayım dedin ha? Ne yardan ne serden hesabı…” diyerek yeniden ipleri eline alana kadar.
Öyle bir hışımla söyledi ki etrafta oturan herkes bir anda bize baktı. Ya da ben öyle hissetim bilmiyorum. Tüm jüri ondan yanaydı. Savunmam kaybediyordu.
Ayağa kalktım birden. Öyle ya da böyle uzatmamalıydım artık. Neresinden baksan bunun kabullenebilir bir savunması yoktu. Konuştukça öfkenelendirecek, konuştukça kaybedecektim.
“Üzgünüm ama böyle. Seni sevmiyorum. Sevdim. Hem de çok sevdim. Ama artık biliyorum. Ben başka bir kadına aşığım. Telefonum çaldığında onun aramasını umuyorum. Senin aradığını gördüğümde hayal kırıklığına uğruyorum. Gece yatağa seninle giriyorum ama onunla uyanmayı hayal ediyorum. Seni geçmişe gömüp onumla geleceğe yürümek istiyorum.”
Nasıl söylediğime inanamadığım bu cümleler, onunda duyduğuna inanamadığı bir ortamda birden dökülmüştü ağzımdan. Geri dönüşü yoktu. Hepsini söylemiştim bir paragrafta. Sustum. Ne tepki vereceğini anlamaya çalışırcasına biraz geri çekildim.
Ağlamadı. Öfkelenmedi de. Arkasına yaslandı. Biraz düşündü ve sonra hafifçe doğrulup “siktir git” dedi.
Sonra sandalyenin arkasında asılı çantasına uzanıp yeni bir sigara paketi çıkardı. Eli de titremiyordu. Son derece sakin, paketi açıp yeni bir sigara yakıp dumanını üfledikten sonra şaşkınlıkla baktığımı o an fark ettiğim bana doğru hafifçe doğrulup, biraz daha kısık bir sesle “duymadın mı?” dedi. “Siktir git!”
Düşüncelerimden daha hızlı toparlanıp kalktım oturduğum yerden. Masada duran telefonumu alıp arkamı dönüp hızla uzaklaşırken arkadan seslendiğini duydum:
“Maskeni tak. Maskesiz görürlerse ceza yazıyorlar.”
Bir Cevap Yazın