"-Hiç kuşkum olmayan bir şey söyleyeceğim, sana, dedi. Seni seviyorum. Öylece kalıvermişlerdi. Nasıl söylenmişti bu söz? Sorumluluğun ağırlığı ikisinin de omuzlarındaydı şu anda. İkisi de bunun bilincindeydiler. - Beni anla, Günsel. Sevmenin ne olduğunu bilerek seviyorum seni." Diyor bir sayfasında Vedat Türkali, efsane romanında. "Sevmenin ne demek olduğunu bilerek seviyorum..." Yıllar yıllar sonra, yıllar öncesinde... Continue Reading →
Herkes uyuduğunda…
Herkes uyuduğunda, tek başınasın. Seni arayabilecek kimsenin olmamasında daha çok, bu saatte arayabileceğin kimsenin olmaması fark ettirir artık yapayalnız olduğunu... Madem kimse yok, madem tek başımayım, meydan benim. Gelişine yazayım yalnızlığımı. Ne de olsa yalnızım, kime ne... O ilkokulda aşık olduğum güzel kız. Güzel miydin o kadar, hatırlamıyorum. Hatırladığım, o çocuk halimle okula gitmek için... Continue Reading →
Unutulan
Yaşadığın anda farkına vardığın çok az güzellik vardır bana sorarsan. Çoğu, zaman geçtikçe değerlenir. Çünkü zaman geri döndürülemez ve güzel olan bir çok "An"ın değeri ancak "Anı" olduğunda fark edilir. "Ne kadar güzel" cümlesinden çok "Ne kadar güzeldi" ya da "ne kadar güzelmiş" der insan. Bazen gülümseyerek, bazense hüzünlenerek. Anılarda farklıdır. Bazı anılar zaman geçtikçe... Continue Reading →
Bile bile…
Keşke ile başlayan cümlelerin çoğunun içinde bir "bilseydim" geçer. Başında ya da sonunda, farketmez. "Bilseydim böyle olacağını..." Pişmanlığı dillendirirken güç katan iki ayrılmaz kelimedir "keşke" ve "bilseydim" Oysa bilebilmek, sanıldığı kadar güçlü bir etken değildir pişman olunan şeyi engellemeye. Bilmek yetmez çoğu zaman değiştirmeye. Bizi bekleyeni bile bile gideriz üstüne çoğu kez. Sonucunu bile bile... Continue Reading →
Sahip
Bir şeye sahip olduğunda başlıyorsun kaybetmeye! Sahip olana kadar, senin olana kadar tüm arzular. Sahip olana kadar, kurulan tüm hayaller ve beklentiler... İnsan, sahip olmak için adak adıyor; sahip olmak için; olabilmek için... Tüm bedeller sahip olabilmek için ödeniyor; sahip olana kadar.... Tüm mücadele, tüm kavgalar sahip olana kadar; tüm kıskançlıklar. Tüm hevesler, tüm uykusuzluklar...... Continue Reading →
Yılbaşı Ağacı
6-7 yaşlarında bir çocuk. Çalan kapının ziline koşar. Kapının kolu demirden çevirmeli, sert. Zorlansa da açar. Babasıdır kapıdaki. O dağ gibi, o yüzünde gülücükler açmasına sebep olan, o kahraman... Koltuğunun altında kocaman bir paket. Kabanının üstünde eriyen karlardan kalan yaldızlar ve serinlikle antreye dolan kış kokusu. Çocuğun kalbi küt küt... Baba ise yorulmuş belli ama... Continue Reading →
Takım elbiseli…
Aynanın karşısında kırmızı kravatının düğümünü bir kez daha kontrol etti. Sonra ceketini giydi ve yüzünü aynaya yaklaştırarak dikkatle baktı gözlerine. Sol gözünün altına düşen kirpiği diliyle ıslattığı parmağıyla aldı, saçına bir el attı ve aynadan bir adım uzaklaşarak omuzlarını silkerek son kez süzdü kendini ayanda ki yansımasında... Hazırdı. Omuzuna astığı deri çantasının içini son bir... Continue Reading →
Yokuşun Başında…
Sağa baktı, sola baktı. Yol yoktu. Ellerini dizlerine dayayarak öne eğildi. Kamburu çıkık bi halde boynunu çevirerek ardına baktı. Geri dönemezdi. Derin bir nefes çekerek yine elleri dizlerinde kafasını yukarı kaldırarak yokuşa baktı. Tam yokuşu yokuş yapacak olan noktada, saatlerdir geldiği düzlüğün sonundaydı. Yorgundu. Nefesi ne kadar düzene giriyor olsa da gücünü toplayıp o yokuşu... Continue Reading →
Otobüs Durağı…
Herkesin her gün uğradığı, Birçoğunun her gün beklediği o otobüs durağında bekliyorum, bir sonraki otobüsü... Elimde otobüs bileti. Eldivenlerimin arasında tuttuğum otobüs biletinden bahsediyorum. Bilen bilir, hatırlayan hatırlar o otobüs biletini... O parmaklarının arasında tuttuğunu sandığın otobüs bileti... Hani otobüs geldiğinde elinde tuttuğunu sandığın ama kaybolan bilet! Bak, geldi o beklediğimiz o otobüs. Peki, sen... Continue Reading →
Haberin yok!
Dün akşam, O senin yüzünü bir daha görmek istemediğin adama gittim. Öylece baktı yüzüme, anlamsız bir ifadeyle... Tam o an da yapıştırdım yüzüne yumruğumu. Sonra arkama bakmadan koşarken oradan, sanırım burnu kanıyordu... Bir önceki gün, Hani var ya şu senin üst komşu. Dayandım kapısına. Karısı açtı kapıyı. Dedim "Derdiniz ne sizin?" Anlamaya çalışırken olup biteni... Continue Reading →